Kasım 27, 2014

kırgınım, saçılmış bir nar gibiyim.

of ne sevdim bu şiiri ya.
bahtsız bedevi olduğum için yine bir şey kaybettim.
buradan ilgili makamlara sesleniyorum. ben ettim siz etmeyin, o şeyi bulayım nolur :(

Kasım 10, 2014

Hadi bakalım İnşallah tatlım ya :*

Niyet ettim M.A. rızası için Physics101 çalışmaya.
Aldım elime 3 değişik Physics kitabı, elime aldım dedimse açtım yani Foxit Reader'da.
Önümde renkli kağıtlarım, Staedtler kalemlerim, Notix pop-uplarım, ve kalü beladan kalmış Serway Fizik 3. Baskı ile yarın sabah 10.30daki sınava çalışmaya hazırım.

19:15= 190 sayfa var. Önce Türkçe kitaptan çalışıyorum. Odamı tamamen topladım. Sırtımı da kapıya döndüm. Ama yüzüm balkon kapısının camına bakıyor. Sırtımdan masa lambasının ışığı tüm masamı aydınlatıyor. Böylece dar uzun odamda, hem kendimi köşeye sıkıştırdım hem de önüm açık gibi bir hava var. Ben çok akıllıyım, kendime nasıl ders çalıştırabileceğimi biliyorum.

21:31= Kardeşimle bir süre chatleşmenin bedeli olarak anca bitti ilk konu. Kahvemi ve sularımı tazeledim. Oluşturduğum ine döndüm. Yarın sanki büyük bir hezimete uğrayacakmışım gibi hissediyorum.

22:38= Sınava 12 saat kaldı. 2. konudayım, 6. konunun sonuna kadar sorumluyuz. Biraz çıktı alayım yolda izde bakarım dedim. Şevval'in bilgisayarı da hallettim. Elim neye değse bozuluyor. Artık ne kadar elektrik yüklüysem. Biraz uyku sarmaladı kolumu falan ama ya bu gece uyunmaz ya da ben öldürülürüm (Ah Muhsin Ünlü şiirine gönderme).


Kasım 09, 2014

Çalışırken #1

Çalışırken, inanmayacağım şekilde sıkılmıyorum. Bu yüzden çalışabilmek için bir şey yapmama gerek kalmıyor. Kübikime gidiyorum ya da mutfakta oturuyorum bilgisayarımla ve çalışıyorum. Buna vizelere 10 gün kalmış olması da sebep olabilir.
Biraz, bazen o da, fazla yemek yiyorum. Her sabah çılgın gibi tartıldığım için bir gün dağıtıyorsam iki gün sıkıyorum. Henüz 1 kilo 300 gramdan fazla almadım.
Sigara içmiyorum, içmediğim gibi aramıyorum da. Sebebini bilmiyorum. İhtiyaç duymuyorum.
Yemek ve ekmek dışında karbonhidrata çok zor sarıyorum. Mesela gidip paketli gıda alamıyorum. Defalarca denedim olmadı. Ama evde bal, kaymak, pekmek, tahin, gibi sevdiğim şeyler olursa affetmiyorum.
Ayrıca..
Ya işte ben çalışmaya başladığımda bir yeni sayfa açayım ve aklıma geldikçe ona yazayım. O da günün postu olsun istedim. Ama bu bir gerilim alma aracı falan değil, neden yaptığımı da bilmiyorum.
Şu anda Douglas Adams ile ilgili bir belgesel dinlerken bir yandan da lanet olasıca Calculus dersi hocasının geldiği Logaritmik Fonksiyonlar konusunu çalışıyorum.
Kabaca şöyle söyleyeyim ben ne olduğunu anlayana kadar, 3. konuya geldik ve benim vize için çalışmam gereken 180 sayfa kadar bir alan var.
Eskiden olsa çoktan uyumaya gitmiştim. Ama şimdi kırdım kıçımı çalışıyorum.
Bana bir şey mi oldu lan?

Calculus'tan 0 almanın Dayanılmaz Dayanılmazlığı

Az önce Calculus'un ilk vizesinden 0 almaya karar verip, Kimya
Lab.ının sınavına çalışmaya başladım.
Yarın ikisinden de sınavım var da.
Ben yaşamaya programlıyımdır. Bu yüzden de ne şartta olursa olsun
hayatımı devam ettirecek temel gereksinimlerimi sağlıyorum. Bir
tanesini bile sağlayamadığım zaman arıza veriyorum çünkü. Mesela
hareket halinde olmak, mesela okumak, mesela konuşacak değişik insan
bulmak.

--Bundan sonrası, " İstanbul yorgunluğu, koşturması, çilesi umarım değiyordur." diyen bir arkadaşıma yazdığım cevap--

Uzun uzun yazdım günlük yolculuğumu blogda :) Bir daha yazmıyorum. Ben
çok sıkılmıştım Ben de arada soruyorum, kendimi mi ikna
ediyorum diye. Hayır. Saatlerce çalışmak zorunda olduğum için
insanlardan kopmam gereken bir bölümde okumak, bu yaştan sonra bu
tempoya kendini bodoslama bırakmak delilik gibi. Ama değil, bana lazım
olan buydu.

Sana da lazım olan şu an yaşadığın şeymiş demek ki. Yoksa kimse de
sana, Trabzon için delilik olan o işi yaptıramazdı.
Çocuklar her zaman iyi gelir ya insana. Hele bizim illerdeki gibi
şımarmaktan dayak manyağı olmanın eşiğine gelmemiş çocuklar.

Ben bahane buluyorum sanıyordum ama sanırım bahaneleri hep doğru
zamanı beklediğim için buluyormuşum. Geldiğimden beri, daha doğrusu şu
Sony'yi alana kadar fotoğraf çekmiyordum doğru düzgün. Hatta senle
tartıştık da. Benim fotoğraf çekebilmem için yalnız olmam
gerekiyormuş. Kimsenin bana karışmaması, iyi ve kötü anlamda, ayağıma
bağ olmaması gerekiyormuş. Bunu da yolda kendimle gezerken anladım.
Oysa hep tam tersini düşündüğümü sanırdım. Gerçi ilk geldiğim zaman
"buraların fotoğrafı da yalnız çekiliyormuş, kalabalık olmamak
gerekiyormuş" gibi bir şeyler demiştim, yazmıştım da bulurum şimdi.
Hatta şu delilik içinde 2 kere fotoğraf bastırmaya gittim.
Bilgisayarımın tamirden gelmesini bekliyorum, yine bir pazar günü
gidip Sirkeci'de seçtiğim fotoğrafları bastıracam.

Bir de aklım hep gönüllülük işindeydi. Ne yapacağımı bilmiyordum,
gerçekten tarafsız, hiç ayırt etmeden yardıma muhtaç insanlara yardım
eden bir yer arıyordum. Şu anda tüm görme engellilerin raporunu faks
çekip üye olduğu e-kütüphanenin bağlı olduğu birimde çalışıyorum :) Ve
Otostopçunun Galaksi Rehberi seslendirilmemiş! İnanabiliyor musun?
Cumartesi gününün en sevindirici haberiydi.

Bu arada, sırasıyla her şeyim bozuldu. Bilgisayarım, harddiskim,
tabletimin ekranı  kırıldı, telefonum yere düştü sizlere ömür. Hepsi
de 1 haftanın içinde oldu. Sonra her gün saçma sapan şeyler oluyor,
bir gün otobüsün altına giriyordum; öyle salak salak karşıya
geçecekken, bir gün elektronik kartım çalışmadı kapıda kaldım. En son
bugün tam ben asansöre bindim ve elektrikler kesildi, ben asansörden
de korkarım üstelik, bir kere düştüm de, neyse asansörde kaldım
düşmekten korkarak... Çünkü sürekli hareket halindeyim. Benim başıma
bir şey gelmesin de kimin başına gelsin.

Ama işte günde 9 araç değiştirirken, ruh halim değişirken, kendimi
ikna ederken, kendimle bu kadar başbaşa kalıp, sürekli insanlarla
içiçe olurken, ben ben oluyorum. Ben oluyorum :)

Değiyor gibi, belki değmiyordur. 34 yaşında olunca insan inan karar
veremiyor değip değmediğine. Ama içimde mutluyum, "bu benim hikayem"
dedim bugün. O kadar içimden dedim ki, kendim bile şaşırdım bu kararlı
halime.
Büyümenin en tatlı yerindeyim, hayatımdan ve kendimden en razı olduğum yerde.
Bu mektubu iyi sakla.
Belki bu kadar mutluluk yüzünden ölümüm gelmiş olabilir. Fotoğraflarla
birlikte saklarsın :)
Daha sık yaz.
B.

Kasım 08, 2014

ingilizce başlık atmak istiyorum ama gururuma yediremiyorum.

Of o özentilerle senelerce dalga geçmeyecektim ki şimdi iki satır da olsa İngilizce yazacaktım.
Bizim asıl konumuz evrimin bizi neden ve nasıl elediğiydi. Benden çıkmıştı fikir. Ama sonra nasıl oldu da ben blogu ele geçirip, henüz tazecik (34) yaşımda üniversite maceramı anlatır oldum? Bilmiyorum.
Gerçekten ilişkilerden ve nesil aktarımından bahsetmek çok sıkıcı. Ama benim iç bunaltılarım ki artık yoklar da zaten, en azından debelenmelerim var, bunları yazmak daha heyecanlı.

Misafirlik ve alışma süresi olan 3 postu geride bıraktığımıza göre, burayı tamamen ele geçirip fizik öğrencisinin ermişlik sürecine doğru aldığı yolu konu alan bir bloga dönüştürebilirim.

Bir arkadaşım bana "salvador dali gibi sürreal bir kafan var sen neden analitik olmaya çalışıyorsun" demişti. Haklı mı acaba? Hatta demişti ki "senin yolun o yol, bırak bu fizik mizik işlerini sen sanatçı ol" demişti. Deli mi ne be?!?!

Şimdi kısa bilgilerle devam edelim; fizik dediğimiz şey hareketi inceler. Evrendeki her şeyin hareketini. Bu. Her şeyin temeli o hareket dediğin saçma sapan eylem. Yerinizde dursanız, kımıldamasanız, hiç bir şey olmayacak arkadaş! Siz debelendikçe burada bir grup insan saç baş yoluyor.

Ayrıca Spica burayı okuyorsan, ofisimin karşısında Apoptozis lab.ı olması, sence evrenin hoş bir tesadüfü mü, yoksa artık olayların altında tesadüften ya da kaderden başka 3. bir yol mu aramalıyız? İpucu veriyorum; inception.

Kasım 07, 2014

Someone like you

Bir cuma günü daha... Bir laboratuvarın sonu daha. Bir delicesine gerilimli günün sonu daha.
Yazdıklarım depresif mi geliyor? Bilemiyorum bunu, çünkü henüz kimse burada tekrar yazdığımın farkında değil.

Her yurdum insanı gibi her şeyim yarım. İngilizcem yarım, bu yüzden saatlerce çalışmam gerekiyor.
Yetmiyor matematiğim yok, yetmiyor fizik lab.ları anlamsızca zor geçiyor. Bu dönemki Newton deneyleri zor geçerse gelecek dönem Elektrik deneylerinde napacam?

Buradan bir şeyleri yanlış yaptığım konusunda emin oluyoruz. Belki de 6 ders alarak hatayı ben en başında yaptım. 

Bütün bunlara rağmen, her akşam eve gitmeden çalışacak gücü nerden bulduğum konusunda bir fikrim yok. Ama az çalıştığım konusunda bir fikrim var. Bu geceden itibaren 16 Kasım'da vizelerin bitişine kadar çalışmayı göze aldım.

Ben böyle miydim? Değildim. Nasıl böyle oldum ki acaba?

Neticede çalışkanlığımdan memnunum. Sadece bir şeyi yanlış yapıyorum.

Belki de en başı yanlış.

34 yaşında, 2 yakalı bir şehirde hem çalışıp hem Fizik okumak yanlış.

Ama çok sevdim ne yapaydım?


"Bazı kuşlar vardır, uyurken kanatlarını başlarının altına alırlar ve uyurlar. Sen de öyle yap, başını kanadının altına al da, kendi yüreğini dinle. O ne diyorsa onu yap. Ama beğenmeyeceklermiş, varsın beğenmesinler."
*Halikarnas Balıkçısı'nın Azra Erhat'a yazdığı 11 Mayıs 1957 tarihli mektupdan.

Hamiş: Kendime not, o kadar sıkıcı bir insan oldun ki her şeye bir açıklaman var. 

Kasım 03, 2014

Hamdolsun

Bu mesaj bilgi amaçlıdır. 

10 Kasım Atatürk'ün Ölüm Yıldönümü olduğu gibi, benim Calculus ve Kimya sınavlarımın da olduğu gündür. Ayrıca aynı gün regl olacağım gerçeğiyle az önce yüzleşmem, bana evrende her şeyin müthiç bir denge ve düzen içinde oluştuğunu düşündürttü.  

Ve şu durumu, düzenin asla bozulmadığına inanmam için Allah tarafından gözüm sokulan bir işaret olarak algılamam gerektiğine iman ettim. Sübhaneke dinimiz amin. 

Ayrıca hava çok soğuyacak gibi, belki o gün kar yağar

Kasım 01, 2014

Son Derece Normal

Zannederdim ki yıllar geçecek, ben büyüyecem ve olgunlaşacam ve Douglas Adams benim için tıpkı diğer sevdiklerim gibi uzaklarda hoş bir hatıra olarak kalacak.
Öyle olmadı.
Yann Tiersen, kötü günlerin en içsel dostu olarak (asla hüzünlü bulmadığımı, aksine çok da umut verici besteleri olduğunu düşündüğümü bilmenizi isterim.) uzaktan bakıp gülümsediğim, çok nadide anlarda dinlediğim bir bestekar oldu mesela.
Zaten artık müzik de dinlemiyorum.
Bir önceki postu da ben yazmıştım. Higgs Bozonu bulundu sandığımız zaman. Sonra Beyza'nın gelip çok ihmal ettik çok demesi sayılmaz. Ayrıca artık kendisi "evrimin sıçtığı nokta"dan bir miktar uzakta.
Ah of, tv.de yine bir takım salaklar salak salak konuşuyor.
Neyse,
Ben, hayatımın tuhaf bir aşamasına geldim. Her istediğim olmuş gibi, yaşadığım her şeyden memnunmuşum gibi, eski dertlerim olmadığı gibi, yeni dertler için bile üzülemiyor, dertlenemiyor, sinirlenemiyormuşum gibi.

Bunca gün sonra gelip buraya yazmamın tabii ki bir kaç sebebi var.
1-kendi yazdığım yeri kapadım başka bir hale çevirdim. orada kimseye içimi dökemem.
2-o kadar çok yaşıyorum ki yazmazsam çatlayabileceğim bir dönemden geçiyor olabilirim.
3-günlük tutmak, düzenli yazmak bence son derece akıl sağlığını koruyucu. bunun yanında tarihsel olarak da bir şeyin ne zaman olduğunu hatırlamanın en güzel yolu.

tabii ben dağınık kafalı bir insan olduğum için, gidip bazılarını deftere, bazılarını facebooka, bazılarını buraya yazacağım. ama eninde sonunda son 3 yıldan daha çok yazacağım. yoksa çatlarım.

Evet, sonunda beklenen oldu. Ben Fizikçi olma yolunda ilk ciddi adımı attım. Aksi gibi çalışkan bir öğrenci olma yolunda da mantıklı adımlar atıyorum. Alışamadığım kısmı gerçekten çalışıyor oluşum. Son bir senede İngilizce çalıştığım gibi de değil üstelik, akşamları bir çalışma odasında kapanıp saatlerce kalırcasına yani saçma saatlerce kalıyorum zaten lan. İngilizceyi osmos yoluyla öğrendiğimi söyleyen arkadaşım haksız değildi. Aynen öyle öğrendim. O yüzden de şu anda maksimum okuyan ve dinleyen birinin yanında bir kelime konuşamayıp 10 kelime yanyana yazamayan biriyim.

Neyse, ben büyüdüm. O kadar büyüdüm ki, bugün canımı sıkması gereken iki şey oldu. Canım sıkılmadı. Ama aptala bağladım. Normalde bu iki şeyin (muhtemelen insancıkların aklına beni bozmak ya da kırmak dahi gelmemiştir ama eylemler ve söylemler biraz tuhaftı) beni somurtturması, belki ağlattırması, daha fenası o insanları bir süre görmemek istettirmesi gerekmekteydi. Ama tam tersine...

Oturdum çalıştım. Sadece belki ben de saçma bir samimiyet sergilemişimdir dedim ve kibarca bir adım geri çektim kendimi.

Ben, Cle, 34 yaşında, birilerinin benden hoşlanmamasını ve hatta belki sadece kibarlıktan benle hoş sohbet etmesini normal karşıladım.

İşte bu bana biraz tuhaf geliyor. Yazmak isteyecek kadar tuhaf, hiç bir şey olmamışcasına sakin.

Neyse,

Tabii yine Douglas Adams'a sığındım. Çünkü şimdilerde çalışmak, odaklanmak, sakinleşmek için bir sese, birine, bir şeye ihtiyacım olmasa bile, eski bir sakinleşme aracı olarak insan sesi dinleme alışkanlığıma geri döndüm. Dönemedim a.k.

Olm noldu lan bana?

Neyse, iyi bir şey olmuş ki, her şey son derece normal geliyor. Oh çok şükür :)

Neticede artık daha çok görüşeceğiz.
Ben daha çok yaşıyorum ve yazınca geri dönüp bakması daha güzel oluyor. Kolay da.

F=m.a